Çok rica ediyorum, lütfen turistlere çöp toplatmayın

2008 ilkbaharında, yeryüzünde doğanın içinde doğa ile uyumlu yaşayan son topluluklardan birisi olan Sarıkeçili Yörükleri’nin 40 gün süren ilkbahar göçüne misafir olmuştum. Mersin’in Aydıncık kıyılarından Konya Seydişehir yaylalarına varan bir yolculuktu. Tabii ki benim için müthiş bir deneyimdi.

Ortaokulda okuduğum Marlo Morgan’ın “Bir Çift Yürek” kitabının yazarı gibi bir yolculukta hissediyordum kendimi. Tek farkla; Avustralya’da Aborjinlerin yanında değil, Yörüklerin arasındaydım. Kırmızılarla süslenmiş bir deve kervanı, ilkbaharın rengarenk çiçekleri ve baskın bir yeşil arka fonda Akdeniz’den Anadolu’nun ortalarına doğru sakin sakin ilerliyordu. Onlar belki bin yıldır aynı devinimde kuşlar misali bir kuzeye bir güneye gidip geliyordu. Bu göçte hem masal derliyor, hem Atlas dergisi için konu hazırlıyor, hem de 2 sene sonrasında Altın Portakal alacak olan belgeseli çekiyorduk. Bunun için bazen takip ettiğimiz kervanların gerisinde bazen ilerisinde yol alıyorduk. Bir konalga yerine vardığımızda bizden bir gün önce bir aile oradan geçmişse onu sadece ocak taşının isinden ve etrafta taze keçi dışkılarından anlayabiliyorduk. Burası çok ilginçti. Çünkü bir Yörük ailesinden geriye sadece bir kocaman isli taş kalıyordu. Ocak taşı. Çadır genellikle onun olduğu yere kurulur, yemekler o ocakta pişerdi. Kalkıp gittiklerinde de etrafta hiç çöpleri kalmazdı. Sonraki yerlerde de, yol boyunca da bu durum böyleydi.

Yörüklerin yanında sanki bir zaman makinesi ile 100 yıl öncesindeydik. Onlar bir anlamda bizim atalarımızı simgeliyordu. Dedelerimiz geçmişte bugünkü gibi davranmıyordu. Buğday Derneği’nin son dönem sloganındaki gibi “sade” yaşıyorlardı. Çöp üretmiyorlardı. Çünkü her şey gerekliydi. Gereksiz olan bir şey yanlarında değildi. Diğer taraftan ambalaj yok denecek kadar azdı.

Sanırım günümüzde filmin koptuğu yer tam da burası. Ambalajlar, poşetler hayatımıza girince onları ne yapacağımızı bilemedik. Ama bilmeliyiz, öğrenmek için çaba sarf etmeliyiz. Bugün bir pikniğe gittiğimizde, bırakın pikniği sahile sandalyelerle çay içmeye gittiğimizde neler bırakıyoruz geride. Tüketim hızımızla birlikte çöplerimiz arttı diyebiliriz belki. Fakat bana göre bu çöpü ne yapacağını bilmeme durumu büyük bir cehalettir.

Bu yaz gerek iş, gerek tatil nedeniyle güzel ülkemizde birkaç tur dolaştım diyebilirim. Genelde de vaktim hep doğada, tatil bölgelerinde veya köylerde geçti. Şunu söyleyebilirim; Ülkenin genel durumu çok pis. Hani ülkeye bir misafir gelecek olsa, hadi toplayalım desek tüm ülke bir olsak o çöpleri toplayamayız. Hatırlarsınız G20 zirvesi Belek’te olacağı zaman, Havalimanı – Belek arasını toparlamak aylar almıştı. Bu sene farklı zamanlarda benimle aynı yerleri gezen arkadaşlarımla bir sohbet sırasında kendi gözlemlerimize göre (yüzeysel bir gözlem tabi) şöyle bir sıralama yaptık. Akdeniz ve Ege Kıyıları Doğu Karadeniz kıyıları ile doğasında bulunan çöplerde ilk sırada yer alırken Güneydoğu ve Orta Anadolu 2. sırada yer alıyor. Van Gölü çevresi ise ülkenin diğer bölgelerine göre nispeten daha az çöple son sırada yer alıyor. Yani oraya ülkemizin en temiz bölgesi diyebiliriz. Ama Avrupa’yı referans alırsak temiz değil tabii ki. Şu anda Likya Yolu, sığla ormanları, Doğu Karadeniz ormanları, plajlar, dereler, her yer çöp dolu. Bu gidişle Likya Yolu’nun “Çöp Yolu” diye pazarlayabilecek hale geleceğiz. Veyahut “Göcek Koyları’nın çöplerini Formula 1 şampiyonlarından Lewis Hamilton’a toplatıyoruz.” diye marka çıkışları da yapabiliriz. Bilmiyorum.

İnsanlar artık deneyim için para harcıyor. Tatil planını buna göre göre yapmaya başladılar. Dünyanın bu yöne doğru gittiğini birçok küresel firma görüyor ve stratejilerini, reklamlarını bu yönde kurguluyor. Youtube’dan Coca Cola’nın son reklamlarına bakabilirsiniz. Deneyimle kolayı birleştirerek tanıtımını yapıyor. Dünyanın en büyük turizm şirketlerinden birisi yakında zamanda yapacağı deneyim turizmi ile ilgili büyük bir lansmana hazırlanıyor. Peki biz hazır mıyız? Bildiğim kadarıyla böyle bir hazırlığımız yok. Yine her zamanki gibi planımız, fizibilitemiz, taşıma kapasitemiz, hangi alanlarda kimleri ağırlayabiliriz gibi bilgileri içeren çalışmamız da yok. Neyse bu uzun ve ayrı bir konu. Bundan önce daha acil olan konu ise yine “Çöp”. Deneyimi yaşatacağımız alan doğa. Ama elimizde neredeyse yok olmak üzere olan ve kalan kısımları çöplüğe dönüşen bir doğa var. Akla gelen onlarca ilgi duyulabilecek deneyimler ülkemizin benzersiz doğasında kurgulanabilir. Ama doğada çöp var. Kendi gözlemlerime ve duayen turizmcilerin deneyimlerine dayanarak söylüyorum. Bu konu ile ilgili gelecek yabancı misafir, gözü eğer yerde çöp gördüyse isterse dünyanın 7 harikasından birisinin yanında olsun gözü sadece çöp görür.

2018 turizm sezonunda yerli turistimiz hiç olmadığı kadar ülke içinde ve doğada gezmeye karar verdi. Sanırım bu yüzden de çöp ciddi bir sorun olarak önümüze çıktı. Gerçekten de çöp bireyden topluma çok önemli bir sorun haline geldi. Orta gelir seviyesi ve üstünün normal şartlarda biraz daha çöp atma konusunda duyarlı olmasını beklerken en çokta onların geçtiği bölgelerde daha çok çöp görüyoruz. Örneğin doğa yürüyüşüne ya da kamp faaliyetine çıkanların arkalarında bir enkaz bıraktıklarını görüyoruz. Piknikçiliğimiz çok ayrı bir noktaya ulaştı. Hiç rahatsız olmadan çöplükte piknik yapabilecek kadar rahatız. Bence çöpünü atmadığını söyleyen kişi bile 2 kere kendini kontrol etmeli. Bu bir alışkanlık belki de, çoğu kişi farkında olmadan çöp atıyor. Ama burada bireysel sorumluluğumuzu yerine getirmeli, bu konuda kendimizden başlayarak çevremizi eğitmeliyiz. Hatta kişisel ilişkilerimizi kullanarak toplumu eğitmeye yönlendirecek çalışmalarda bulunmalıyız. Diğer taraftan kurumların da sorumluluk alması gerektiğini düşünebiliriz.

Çevre mühendisleri ve biyomühendislerin ortak ilgi alanlarından birisi olan endüstriyel ekoloji; fabrika atıkları için üretim sonrası arıtım yerine daha öncesinde sıfır atıkla üretim modellerini önermektedir. Daha sade anlatımla, atıkla uğraşmak yerine en baştan atık oluşturmadan üretmeyi tavsiye eder. Bu, hem maliyet, hem de çevresel anlamda daha uygundur. Buradan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz. Çöp toplama etkinliklerine harcanan vakit ve para, çöpün atılmaması ilgili çalışmalara ayrılmalıdır. Tam da bu nedenle kurumların, özel sektörün, otellerin, hatta okulların “çöp toplama” etkinlikleri bize bu konuda nitelikli çözüm üretemez. Çöp toplama her şeyden önce belediyenin işidir. Ancak belediyenin de kapasitesi bellidir. 3 birim çöp toplanırken 5 birim çöp atılırsa burada çöp birikimi olur. Biz o 5 birimi, 3 birimin altına çekebileceğimiz projeler üretmeliyiz. Eğitim, bilgilendirme, algı yönetimi, ceza gibi birçok yöntem üzerinden projeler hazırlanabilir.

Yapılabilecek çalışmalar zor veya karmaşık değil. Tam aksine sade basit projelerle hızlı yol alınabilir. Burada önemli olan niyettir. Eğer sorunun özüne tekrar dönersek çöpün kaynağı biziz. Gittiğimiz her yeri çöplüğe çeviriyoruz. Eğer çözümler geliştiremiyorsak, konuyu yeterince ciddiye almıyorsak ve bu alışkanlığımızı bırakamıyorsak “Çok Rica Ediyorum, Lütfen Doğaya Çıkmayalım”. Eğer doğada bir hayvan ya da bitki gibi davranmayacaksak doğaya çıkmayalım lütfen.

Son olarak çöplerimizle ilgili olarak bir konuya daha değineceğim: Türkiye’ye tatile gelen turistlerin de katıldığı çöp toplama etkinlikleri yapıyoruz. Sosyal sorumluluk projesi olarak yapılan bu aktiviteleri bence yapmayalım. Tatile gelen misafire çöp toplatmak ne kadar temiz ve duyarlı olduğumuzu değil çevreyi ne kadar çok kirlettiğimizi gösterir.Evimize gelen misafire; “Hoş geldiniz, hadi evi birlikte temizleyelim” demiyoruz değil mi?

Hüseyin Çağlar İnce
Biyomühendis
www.dogadabuan.com
dogadabuan@gmail.com
facebook/dogadabuan
instagram/dogadabuan
twitter/hcaglarince
Linkedin/HüseyinÇağlarİnce

Kaynak: Çok rica ediyorum, lütfen turistlere çöp toplatmayın – Hüseyin Çağlar İNCE