İşgalci Turistler ve Fırsatlar Kaynak

İlk kez 2 sene önce Sığacık’ta ayrımına varmıştım. Bir pazar sabahı Sığacık’taydık. Kalesini, değirmenini görmeyi, dar sokaklarında gezip denizin kıyısında soluklanmayı planlıyorduk. Kısacası bu eski balıkçı köyünün ruhunu hissetmekti niyetimiz. Fakat daha girişte yoğun bir trafik ve park yeri sorunu ile karşılaştık. Aylardan aralık olmasına rağmen acayip bir kalabalık vardı. Sahilde elleri pazar çantalarıyla dolu insanların arasında çayımızı içtikten sonra biz de o meşhur pazarın olduğu yere gittik. O dolaşmayı hayal ettiğimiz bütün sokaklar “pazar” da değil mahşer yeriydi. Hemen hemen bütün tezgahlarda benzer ürünler olmasına rağmen belki yüzlerce tezgahta en doğalını sattığını söyleyen insanlar vardı. Ve onları yemeye gelen bir insan seli. Gerçekten de sabah o saate kadar, orada yemek için aç kalmış, bundan dolayı da kan şekeri düştüğü kriz yaratan insanlar vardı. Bağrış çığrış baklavalardan, sarmalardan, mandalina reçellerinden tadan insanlar, en “doğalını”, en “organiğini” en lezzetlisini bulmaya çalışıyor, bir yandan da önündeki ve arkasındakiyle sıra kavgası ediyordu. Binlerce insan kontrolsüz bir şekilde tüketmeye gelmişti.  (Bu arada organik, ekolojik, doğal gibi terimler, üretim süreci boyunca kontrol edilen ve sertifikalı (ilaçsız, yerel tohum vs.) ürünleri temsil ediyor. Bir ürünü bir köylü sattığı zaman bu ürün doğal, ekolojik ve organik gibi anlamlara gelmiyor.)

Burada bir sorun veya yanlış olan bir şey vardı. Kafamdaki sorular, bu durumu anlamak için çözüm arıyordu. Bu nasıl bir kalabalıktı acaba? Bu “sosyal yığın”a “turist” diyebilir miydik? Ve başka bir soru; Sığacık’ın turizmde markalaşmış bir bölge olduğunu söyleyebilir miydik?

Kıymetli hocamız Prof. Dr. Tuncay Neyişçi bir konuşmasında “ne yazık ki kendi turistimizi yetiştiremedik” demişti. Sanırım biraz bu durumu işaret etmişti. Ne yazık ki sosyal medyada bir yerin bir anda moda olması bir anda o bölgenin hedef olması anlamına geliyor. Ardından binlerce insan kontrolsüzce o hedefi tüketmeye gidiyor.

Geçtiğimiz kurban bayramı tatilinde sanırım bu durum daha net ortaya çıktı. Salda Gölü, Bozcaada, Ölüdeniz, Karadeniz’de Ayder ve Pokut Yaylası’na tatile gidenlerin paylaştığı bilgi ve fotoğraflar, basında yer alan haberler bunu gösteriyordu. İnsanlar bu bölgelere kalabalıklardan giremediler.

Dövizdeki kur artışının da son zamanlarda iç pazara yüklenilmesinin ana sebeplerinden biri olduğunu düşünebiliriz. Fakat şöyle bir gerçek var. Özellikle beyaz yakalı çalışanlar ve ailelerinin oluşturduğu çok kalabalık bir yerli turist grubu var. Linkedin kullanıcılarını bu konuda baz alırsak 5-6 milyon kullanıcı bulunuyor. Bu sayı ailelerle birlikte 10 milyonu geçiyor. Yani elimizde yıllık izinleri ve bayram tatilleri olan sayısı 10 milyonu bulan bir kitle var. Bu grubun bir kısmı sahildeki her şey dahil otelleri tercih ediyor. Fakat büyük bir kısmını mevcut turizm sistemi tatmin etmiyor. Yeni yerler keşfetmek, yıl boyunca sosyal medyadan gördüğü yerleri keşfedip oralarda tıpkı takip ettiği insanlar gibi fotoğraf çektirmek istiyor. Tatilde farklı aktiviteler deneyimleyip, bu aktivilerle birlikte biriktirdiği anılarını sosyal medyada paylaşıp arkadaşlarına anlatmak istiyor. Bu durum başka bir sorunu ortaya çıkarıyor.

Sosyal medyada bir anda bir yerin öne çıkması, yada bir aktivitenin bir anda moda olması kontrolsüz bir durum ortaya çıkarıyor. Bu iki durum için örneklerle devam edelim. Salda Gölü öne çıkan yerlerden bir tanesi. Salda Gölü fotoğraflarıyla, birkaç yıl içinde “Türkiye’nin Maldivleri” olarak ortaya çıktı. Tamamen plansız gelişen bir turizm durumu. Çünkü göle geldiklerinde gölün taşıma kapasitesi, alt yapı sistemi, gölün kullanım alanlarının planlanması gibi çalışmalar olmadığı için bir anda tabiri yerindeyse “turist işgali” altında kaldı. Düşünün tuvalet bile yetersiz durumda. Diğer örnek ise aktivitelerle ilgili bir durum; “Kampçılık”. Özellikle son yıllarda yerli ve yabancı belgeseller ile kampçılık son yıllarda inanılmaz ilgi görüyor. Sayısı bir anda arttığı için doğal alanlarda kampçılardan dolayı ciddi bir baskı var. Yeni bakir alanlar keşfedip bunu sosyal medyada paylaşıp oralara insan gelmesini sağlıyorlar. Bu durumun da kontrolsüz olmasının doğaya iki zararı var. Doğal yaşam alanlarına zarar vererek oraya çöp atıyorlar ve bölgedeki endemik bitkilere doğrudan zarar veriyorlar.

Tüm bunları yazarken aklıma BKM’nin Kilyos deyip Phaselis’te çektiği şu video geliyor:

Yukarıda tüm yazdıklarım bir sorunu gösteriyor. Fakat ben burada herşeyi iyiye güzele çevirecek bir fırsat görüyorum. Bu hedef kitle yığın olarak böyle hareket etse de ortalamanın üzerinde gelir ve kültür seviyesine sahip ve tatil için bütçe ayıran insanlardan oluşuyor. Bu grup için emek harcayıp onları iyi tanımak, isteklerini ve taleplerini iyi anlamak gerekiyor. Bunu anlarken bizim yüzeysel analiz ve öngörülerimize değil, bilime başvurmalıyız. Sosyal bilimler ile bir grubun gerçek yapısını taleplerini ile kavrayabilir, planlamayı ona göre yapabilir, alternatif turizm çeşitliliği ile daha dengeli sürdürülebilir bir turizm yoluna çıkabiliriz. Böylece güzel ülkemizin dört köşesinde bulunan doğal ve kültürel zenginliklerini planlı ve koruma-kullanma dengesi içinde bir turizm anlayışıyla tanıtımlarını yapabileceğimizi düşünüyorum. Ülkemiz o kadar zengin ki bir insan bir ömür yetecek kadar çeşitli tatil fırsatları çıkarabilir. Eğer ideal dengeyi yakalayabilirsek bu durum yaşadığımız coğrafyayı tanımamızı, daha çok sevmemizi ve en önemlisi de bu güzel ülkeyi anlayabilmemizi sağlayacaktır.