Hasankeyf’te Bir Sabah
2 saatlik bir sürede tanık olduklarım o kış günü bana çok ağır gelmişti.
Bu yazım 25 Ocak 2005’te Birgün’de yayınlanmıştı.
”Hasankeyf’te Bir Sabah
Bütün arkadaşları göçte olmasına rağmen, kışı göze almış burada kalmıştı. Belki de farkındaydı leylek, Anadolu’nun en güzel manzaralarından birine bakıyordu evi. Dicle’nin kenarındaki minarenin tepesine kondurduğu yuvasında yavuklusuyla kahvaltıdaydı şimdi.
Minarenin hemen altında bir delikanlı battaniye dokumakta. Sevdiği işi yapmanın keyfi yüzüne, oradan da battaniyeye yansıyor. Gidip geldikçe makine, dokuma sıraları çoğalıyor, çoğaldıkça sıralar, fırça ile tüylendiriliyordu battaniye. Delikanlı, gelen müşterilere övünerek gösteriyordu emeğinin incilerini.
Az ilerde mağaralarla kaplı kayalıkların arasındaki vadide, bir kayanın üzerinde üç çocuk, yanlarında radyo, bir ellerini havada sallayarak radyodan gelen türküye eşlik ediyorlar.
Hemen arkalarında, mağaraların önünde iki eşek. Biri direğe bağlı, diğeri arkada. Bağlı olan, arkadakinin koklamalarına hafif çiftelerle karşılık veriyor. Son çiftesi biraz ağır. Çifteyi yiyen eşek, yüzündeki komik ifade ve acı bir anırmayla kafasını çocuklardan yana çeviriyor. Az sonra ikisi birlikte ipi kemirip oradan uzaklaşacaklar. Öylesine, kendi haline bir gidiş bu, kimselerin fark etmediği.
Yukarıdaki mağaraların önünde ise televizyoncular pima pen ile kapatılan mağarayı çekiyorlar. Birisi öfkeli. Doğal dokuya zarar verildiğini söylüyor. Bir diğeri, oradaki lokantacı tarafından bakılan yaralı bir kuşu çekiyor. Saz Delicesi bu, kanatları kırık. Muhabir kuşu istiyor, İstanbul’a götürüp tedavi ettirecek. Lokantacı vermemekte ısrarlı, kuşla müşteri çektiğini söylüyor. Bu muhabir de sinirleniyor. Tam tepede kerpiçten bir ev. Evin yanında bir teyze, çamaşır seriyor. Bebeleri tavukları kovalamakta.
Biraz daha yukardan tüm Hasankeyf görülüyor. Biri yarım iki minare, sağlam olanın tepesinde o leylek yuvası. Yan taraf uçurum. Aşağıda Dicle, Dicle’nin üstünde yıkık tarihi köprü, köprü üzerinde güvercinler. Sabah turundalar. Atalarının yüzyıllardır yaptıklarını tekrarlıyorlar. Bir konuyorlar, bir heyecanlanıp tekrar uçuyorlar. Uçurumun üzerindeki çocuklar pusuda. Güvercin yakalayacaklar.
İki genç, belli ki taa uzaklardan gelmişler. Merakla, ilgiyle etrafı izleyip, Hasankeyf’i fotoğraflıyorlar. Fotoğraflarına bir kız takılıyor. Uçurum kenarında bir kayaya oturan, üzerinde siyah kumaş pantolon ve siyah pardösüsü ile genç bir kız. O da yabancı gibi. Gözleri yaşlı. Elinde telefon, sürekli mesaj yazıyor. Kim bilir ne derdi var. Konuşmak istiyorlar. Ama kızın durduğu yer ve arkada duran adamlar, çekiniyorlar. Bilemezlerdi, kızın biraz sonra kendini aşağı bırakacağını…
Ve aşağıda Dicle; doğaya hayat veren ve onlarca uygarlığa ev sahipliği yapan Dicle. Hayat bulduğu günden bu yana, tüm yaşanmışlıklara tanıklık etmenin ağırlığı var üzerinde. Eski neşesi günden güne azalmış, üzerine yapılan barajlardan beli kırılmış, durgun akıyor. Yüzyıllardır yaşayacaklarına, kültürlerine yön verdiği insanlar şimdi onu yönlendirmekte… Bu gün ise, Dicle için şahit olduğu yüz binlerce günlerden sadece bir tanesi.”